19 Ağustos 2015 Çarşamba

Beyoğlu'nun En Güzel Abisi

         Kötü bir gün geçiriyoruz millet olarak. Yüreğimiz yanıyor, içimiz sızlıyor. En kötüsü de, yıllardır anlaşamamazlıktan kaybettiğimiz gencecik beyinler ve geride bıraktıklarının yaşadıkları... Şehitlerimiz için Allah rahmet eylesin diyor ve duruş olarak ;bu süreçte , en samimi ve dengeli gördüğüm yazar Ahmet Ümit ve yazılarından bahsetmeyi uygun buluyorum.

      Ahmet Ümit'in hemen hemen bütün kitaplarını okuduğumu ve sıkı bir twitter takipçisi olduğumu da söylemeden edemeyeceğim. röportajlarını keyifle okuduğum yazarın bir iki  konu dışında kendisine tamamen katıldığımı da vurgulamak  isterim. 

    { Ahmet Ümit, 1960 yılında Gaziantep'te doğdu. 1983'te Marmara Üniversitesi Kamu Yönetimi Bölümü'nü bitirdi. 1985–1986 yıllarında Moskova Sosyal Bilimler Akademisi'nde eğitim gördü.}

        Ahmet Ümit halkin icinden biri oldu. Düşünce tarzını benimsemeyen insanların bile saygı duyduğu Beyoğlunun Abisi, neden aydınların toplumdan uzaklaştığını bakın şöyle anlatmış: 
      - Bence aydınlar toplumdan uzak ama toplum aydınlara ne kadar yakın tartışılır. Kaç kitap okunuyor? 70 milyonluk ülkede bir hanımın kitabı 500 bin sattı kadın havalara uçtu. Yani halkın umurunda değil. Kitap okunmuyor. Halk da aydınlardan kopuk yaşıyor. Aydınlar, insanlar faydalansın diye neler yaptı ama halk bunu görmezden geldi. Ama şöyle ki; aydın denen kişi toplumun sorunlarından bağımsız değildir. Aydının, bir şeyler üreten, toplumun dili olabilen kişi olması gerekir. Toplumdan uzak, sırça köşkte oturan biri olmamalı aydın. Öte yandan bir tarafta da halkımıza bakmak gerekir. Halkımız da biraz çaba harcamalı. Toplum aydından uzak olmamalı. Tüm sorumluluğu aydınlarımıza yüklememek gerekir.
 
        Barış isteyen ve bu süreçte attığı tweetlerle dikkat çeken  yazarın şu sözleri çok çarpıcı ve takdire şayan geldi bana..

     -  İçimde çok güçlü bir kötü var. Zaten başka türlü cinayeti nasıl yazabilirim ki? Cılız olur. Hem kötülük ne kadar güçlüysa aynı oranda iyilik de oluyor. Eğer içinizde her şey çok iyiyse saf olursunuz. Kötülük yapmak da bir yetenektir. Ama en büyük yetenek, kötülüğe rağmen iyi kalabilmek…”
  
      Ben bu röportajını okuduğumda aklıma yıllar evvel yaşadığım bir olay geldi. Bir kız arkadaşımız kendisine zengin ve romantik bir sevgili bulmuştu. Diğer arkadaşım bir sabah nefes nefese geldi ve ' Özlemmmm kıza bir kamyon gül geldi '  Benim gözler açıldı tabii....İlk  önce yalan ve abartı olduğunu düşünerek kıskançlık duygularımı bastırmaya çalıştım. Ama olmadı... Gerçekler acıydı:) O ara neler düşünmüş olabileceğimi tahmin edersiniz ama teselli , haberi getiren arkadaştan geldi.
      - Niye gereksiz yere üzülüyorsun ki?  Sevgisi abartı olanın nefreti de abartı olur. Nasılsa birgün kavga edecekler ve hep beraber göreceğiz bakalım neler olacak...

      Yani tabii kızı perişan etmesini istemezdim ama merakla beklediğimde doğruydu.. Ben bu tip jestlerin , filmlerde falan olacağını sanıyordum o zamanlar:) Sonuç: Kız adamdan öyle zor kurtuldu ki anlatamam.... 

      Ahmet Ümit Türkiye'ye dair umutlarının tükenmediğini ve elinden geleni yaptığını söyleyerek; arkadaşlarının o zamanlarda kucağında öldüğünü belirtmeden edemiyor ve bütün bunların siyasi bir yönlendirme olduğunu bakın şu sözleriyle açıklıyor..
   -Yaşanmış bir hikâyeden örnek vereyim. Kitabı yazarken konuştuğum Rum arkadaşlarımdan biri anlattı. “Evlerimizi talan edecekler” diye korkuyla bekliyorlarmış. Evlerinin kapıcısı kapıya dikilmiş. Gelenlere “Burada Rum yok, Müslümanlar ve Türkler yaşıyor” diyormuş. Kimse ısrarcı olmamış tabii. Kalabalık dağılınca bakmışlar kapıcı kazma, küreğini alıp alt sokaktaki Rumların evlerini yağmalamaya gitmiş. Yani baktığında komşu yine kıyamıyor. Ama tanımadığımıza karşı hiç affımız yok. Zaten Türkiye’de farklı kültürlerin birbirine düşmesi, birinin diğeri üzerinde terör estirmesi gibi olaylar genelde politik nedenlerle ortaya çıkıyor. Politika ırkçılığa yöneldiğinde bir güruh kalkıyor ve “Ülkemizi bölecekler” diye ortalığı velveleye veriyor. Yoksa halkın içinde durduk yere bir saldırma durumu olmaz. Şu Ermeni, şu Kürt, şu Laz diye kimse komşusunu ayırmaz. Niye ayırsın? O Laz değil ki, mıhlama getiren Fadime Teyze. Şu ırkçılığı, ötekileştirmeyi kültürümüzden bir uzaklaştırabilsek, işler yoluna girecek.

    Geçen yayınımdan doğudan gelen bir arkadaşımdan bahsetmiştim. Kalabalıktık ve tabii ki konumuz gündemdi. Arkadaşımın söylediği sözler de gayet açıklayıcıydı. Devletin yolu suyu götürdüğü fakat adeleti götüremediği için orada yaşayan insanların adaleti sağladıklarını düşündükleri örgüte saygı  duyarak baş tacı yaptıkları... Kendisinin o yörenin halkını çok sevdiğini ve hatta onlarında kendisini çok sevdiğini söylemesiyle herkesin dilinde şu cümle oluştu ' aaa benim de kürt bir arkadaşım var, biz çok iyi anlaşıyoruz, çok iyi bir insandır' Olay budur! Ahmet Ümit gene çok yerinde bir demeç vermiştir. :)

    Ahmet Ümit , benim gözümle anlatmakla bitmez... Hepsini bir yayında harcamak gibi bir niyetim de yok:) Gelecek yayınlarda devam edeceğimi belirterek sevgiyle kalın diyorum... :)
  


Algıda Seçicilik

        Bir gün daha hastanedeyiz... Ben ne zaman bir hastaneye gitsem korktuğum iki şeyi muhakkak görürüm... Evet biri maaleseef ki çok yaygın olan bir hastalık diğeride yaygın olan bir kaza türü... 

       Ayyy hüzün bana yakışmıyor yaw hu:) Acilen kendimi toparlamam lazım. Beklenen kötü haber gelmedi. En büyük teselli. Eğer ameliyat deselerdi, ambulansla Ankara'ya taşıtma gibi bir düşüncem vardı. Çok şükür ki beklenen olmadı. Tedavi süreci olumlu ama zaman alıyor tabii ki... Fiziksel yorgunlukla baş edebiliyorum ama diğeri beni yıpratıyor... Aslı zehirlendiğinde 3 gün kalmıştık ama eşim, ailem ve sevdiklerim yanımdaydı. Bu sefer tek başıma kalmanın stresi hakim oldu üzerimde. Allah hepimize sağlıklı huzurlu ve mutlu günler versin, bunlar işin tuzu biberi...  Bazı insanlar bu tarz şeyler yaşadığında daha sevgi dolu bakıyor hayata, daha insancıl belki... Bende nedense tam tersi gerçekleşiyor, bir öfke, bir isyan içinde olma hali... Bulunduğum durum için söylemiyorum bunu, tabii ki çok basite indirgenemeyecek ama çözümsüz olmayan bir durum bu... Demem o ki, yapmacık bir şekilde ' yapabileceğim bişey varmı? ' sorusunu sormasınlar ya... Ben bunu çok eski bir yayınımda gene yazmıştım. Hatırlıyorum. Birine var yapsana dedim, bin tane bahane sundu:))) ohh iyi oldu, çenesi kapandi. En ufak seylerde bile dunya kadar iyi tabir edilecek sey soyluyordu. Bende çok şeylere şahit oldum, eş dost akraba iki gün ağlar senin için, hayat devam eder... Ne olması beklenebilir ki? Amann işte öyle böyle bişeyler...  Biraz bencileceymis gelebilir ama vefasizliklara isyanim var aslinda... Vefa önemli... Bunu gerçekten hissederek yapmak gerek yoksa  teorik şekilde devam ederse tıkanır kalır... Birde teorik kısmı gerçekleştirmek için arayanlar oluyor. Bu  sefer kimseye haber vermedim. Gereksiz telefon konuşmaları yapmak istemiyorum.Zaten telefonla konuşmayı sevmiyorum. Zırp pırt aranması da bayıyor. İşte öyleee.... Keser dönüyor sap dönüyor, gün geliyor devran dönüyor... İyilik yap iyilik bul... Olumlu yönde yaşadım bunu... Çok uzak sayılmayan bir yere gelen arkadaşıma bıraktım Aslı'yı en azından... Gül gibi bakılıyor.. Kafam o açıdan rahat..:)

      Bu gece Ahmet Ümit'i yazacağım... Bir de benim bakış açımdan okuyalım ünlü yazarı ve düşüncelerini..

                                     Sevgiler....

18 Ağustos 2015 Salı

Deniz manzaralı oda

       Bu ikinci akşam biliyorum, bir deniz manzarasında teselli bulurmuşcasına davrandım ama hepsi anlamını yitirdi. Yanlız olmak zormuş be, gelmeseler de nefesleri yetiyormuş. Bana güveniyorlar...  Güçlüyüm evet, zorluklarla baş edebilirm ve şimdiye kadar da herşeyi hallettim  tek başıma ama  bir hastane odasında olmanın, bilinmezi düşünerek yarattığı bir burukluktu bu biliyorum. Bir sınavdan geçiyorum gene zorluk derecesi düşük farkındayım...ama içimdeki hüznü atamıyorum...Hazırlıksızdım, üzerimdeki kusmuk lekelerini lavaboda yıkayıp üzerimde kuruması için serbest bıraktım. Dışarı çıkıp alışveriş yapabilmem için yer değiştirecek kimsem yoktu. Birden koridorda çocugunu gezdiren kadına gözüm kaydı, ne hastalıklar var dedim... Dertlendim... Kendime değil, dünyayaydı belliki isyanım. Garip düşünceler aldı içimi ve ben gene Ahmet Kaya dinliyordum...



     
Dardayım yalanım yok 
Baskın yedim gün gece... 
Örselendi aşklarım üstelik 
Bir uzak diyardayım... 

Günaydın anneciğim, günaydın babacığım 
Yine sabah oluyor 
Evde sabah olmaz deme 
Orda günler geçmez deme 
İçime sancı doğuyor... 

"Yüreğimi bir kalkan bilip, sokaklara çıktım 
Kahvelerde oturdum çocuklarla konuştum 
Sıkıldım dertlendim dostlarımla buluştum 
Bugün de ölmedim anne. 

Kapalıydı kapılar, perdeler örtük 
Silah sesleri uzakta boğuk boğuk 
Bir yüzüm ayrılığa, bir yüzüm hayata dönük 
Bugünde ölmedim anne. 

Üstüme bir silah doğruldu sandım 
Rüzgar beline dolandığımda bir dal 
Korktum, güldüm, kendime kızdım 
Bugünde ölmedim anne 

Bana böylesi garip duygular 
Bilmem neye gelir nereye gider 
Döndüm işte, 
Acı yüreğimden beynime sızar 
Bugünde ölmedim anne



Bu ördek çok akıllı :)

       ‘’ Melankoli, hüzünlü olma mutluluğudur ‘’ Victor Hugo


           Gecenin bu vakti, uykusuz ve yorgunsam , insanlar acılara merhamet gösterip uzaklaşıyor ama komik olunca eğleniyor diye olayları esprili anlatıyorsam bu duruma kısa dönemli bir melankoli olma hali denilebilir. 

        Geçen yayınlardan birinde melankolik insanlardan bir iki tanesine örnek vermiştim. Şimdi Duru'yu beklerken , biraz bilgi edineyim neymiş bu melankolinin detayları diye araştırma yapaken, yanımdan uyuyan küçük prensesin sesi geldi ' Bu ördek çok akıllı' ahaa dedim ateşi yükseldi... Hemen ölçtüm ve hemşireyi çağırdım. Hemşire güya pratik gördüğü koltuk altına konulan ama dijital olan bir dereceyle geldi. Şöyle baktım yüzüne ve ' sen bunu getirme bak benim saniyede ölçen derecem var' dedim... Kadıncağız memnun oldu. Evet ya dedi.. Şimdi isim vermiycem ama isim yapmış özel bir hastane yaw burası... Şaka mı bu ya... Sağlık ocağında bile saniyelik ölçerler varken... Walla çeşitlilik fazla bu ülkede... 

       Şimdi geçen gün yaratıc insanların melonkolik olduğunu duyduğumu söylemiştim. İşte bunu kanıtlayan bir internet bilgisi ve yıllar evvel izlediğim bir filmden etkilendiğim bir sahneyle bu günü kapatacağım.

    Aristotales ‘Sorunlar’ adlı kitabında melankoliye yer vermiş ve ‘Neden ister felsefede ya da politikada ister şiir ya da sanatta olsun olağanüstü kişilerin hepsi melankoliktir’ diye yazmıştır. “Sıradan insanlarda melankoli hastalığı görülürken doğaları gereği melankolik olanlar hasta değillerdir. Sırdan hastalardan farklıdırlar. Bu farklılık ve olağanüstülük olumlu anlamdadır. Melankolik mizaçlarda normal koşullarda baskı altında tutulan yetenekler ve yaratıcı güçler özgün koşullarda serbest kalır” 

      İyimser bakmış tabii Aristotales bu duruma... Tedavi edilseler o güzel şiirler , besteler nasıl çıkacak. Sanatçı huysuzluğu denilen şey bu olsa gerek:)))

       Efendim yıllar evvel izlediğim , gerçek  savaşın anlatıldığı bir filmde askerler gecenin üçünde( sabahın mı desek doğru olur bilemedim ama) tatbikat yapmaya kaldırılıyor ve anılarını yazan asker saat olarak gece yarısı seçilmesinin sebebinin ; savaş gecenin bir vakti olursa diye değil, bizlerin sorgulama yeteneğinin kaybolmasını sağlamak için di diyor. Uyku düzeninin bozulması ve anlık şok etkisinin böyle bir şeye sebebiyet verip vermediğini  gelecek sayılarda araştırıp sunacağım. Demem o ki, ben biraz daha uyumaz ve yazmaya devam edersem zombi tipli birine dönüşeceğim:) Ateşimiz düştü, keyfim de yerine geldi.. Sıra bende..

                                   Sevgiler....

17 Ağustos 2015 Pazartesi

Hayatın anlamını çözdüm:)

   Alanya'da denize bakan , konforu fena sayılmayan, temiz bir hastane odasında tatilimi devam ettiriyorum:)) Yani Allah beterinden saklasın ama azcık da olsa moralim bozuldu tabii.. Gerçi amacım denize gireyim değildi bu sefer. Öncelikli olarak Van'dan gelecek olan bir arkadaşımla vakit geçirmek, sonrasındaki hedefim ise Aslı'yı arkadaşlarıyla buluşturmaktı. Nasip, kısmet derler ya, işte bana da çok nasip olamadı ama gene de birkaç gün iyi vakit geçirdik. Hayatın anlamını çözdük be! :) 

   Uzun sohbetler ve konusmalardan sonra şunu fark ettim ki, herkes hayatinin roman olmasini istiyor:) Anlatsam roman olur... :) Evet yoğun hislerle yaşanan acılar  insanda böyle bir etki bırakıyor. Bu çok doğal bir tepki tabii de birde insanları analiz sentez yapanlar var ki onlar korkutucu. Hem eleştirirler hem kendileri yaparlar. Aslında neyi çok eleştiriyorsak o şeyi yapmak isteyip, yapamamamızdan kaynaklanıyor. Ufak tefek istisnai durumlar olabilir ama ben çok şahit oldum. İnsan çok karmaşık değil aslında, bir iki örneklemden yola çıkarak diğerlerini de anlamak mümkün. Geçenlerde bir dergi yazısında şöyle bir cümle okumuştum. Diyor ki: Herkes fakir olsaydı kimse daha fazlasını istemezdi. Evet bu söz ne kadar basitçe gibi gelebilir ama olayın özü şu ki, aslında olmak istediği ( farkında olamamış olabilir) şeyi başkalarında görünce kudurma hali kabaca:)) yani bende de oluyor nadiren de olsa:) Mesela şu an yaptığım eleştiri gibi... Bende yüze gülen arkasından konuşan,herkesle samimi ,herkesle arkadasmışım gibi olmak veya görünmek istiyorum. Hatta denedim ama mutsuz oldum, yapamadim... Eee hani esitlik:) madem oyle bende yazarim😬 

   Nasiat verenleri sevmiyorum, kızıyorum, eleştiriye açık değilim artık.... Sadece gıcık desinler yeterli:) hayatın anlamı benim için bu:) Kötü konuşmak istemiyorum, insandır neticede:). Ağır sonuçlar doğuruyorsa eleştiri yok, hakaret var:) yaa zorlami arkadaslik kuruluyor, kurma... Gerekirse küs, gerekirse tartis... Bu ne ya... Hayatta şu iki kelime gurubunu duymaktan nefret ediyorum , birincisi'haklıymışsın' ikincisi 'ayıp olmasın diye'  ( Demek ki ben bu iki kelime gurubunu sıkça söylemek istemişim) Hayır yani herkesin hayatı kendine arkadas, o vakit sakın gelip bana bişey anlatma.( Hep bişeyler anlatmak istemişim). :)))  Ne halt yersen ye derim bende. Hem benim kimsenin derdini dinleyeyim diye bir kaygım yok ki.. Bana dokunuyor hatta... Yaa bencillik değil de şöyle bişey, geçenlerde bir arkadaşım kocasını öyle bir anlattı ki, ben adamdan nefret ettim. Gece uyuyamadım, çözüm düşündüm,moralim bozuldu. Sabah bir baktım ki arkadaş gülücükler saçıyor:)) bir de kendi halime baktım... O da çok güldü bana:) Ve dedim ki, sakın ha ! bana anlatma bir daha, bünyem kaldırmadı:) Birde boyle gaza gelip, kavgaya karismisligim var ki, burada anlatilmaz. :)

       Sonuç şu ki, genç örtmenlere nasiat verdim. Belgesi burada, eğer dediklerimi yapmazlarsa ve gelip bana dert yanarlarsa bu yayını okutturup gözlerine sokacağım:) Oyyy kıyamam ben onlara tabii ki şaka, muhalefet daima haklıdır. İş başa düşünce olayın rengi değişir, nasiat vermek kolay, uygulaması zordur. Ağzı olan konuşur(benim gibi) sağ gösterip sol vurur birde ak akçe kara gün içindir...
                                       Sevgiler...

     

8 Ağustos 2015 Cumartesi

Mission Impossible Rogue Nation-Görevimiz Tehlike 5




                      Ayyy film çok güzeldi... Etkisi hala devam etmekte:)) Tom Cruise'la bir alakası yok:)) Hahahaha şaka tabii ama gerçekten yakışıyor adam rolüne, Hele ki bayan arkadaşı.... Bir kadın olarak hayranlıkla izledim...Güzel olmuş...Hani, konu çok etkisiz kalmış. Sendika hikayesini beğenmedim.Zaten böyle filmlerde aksiyon ve yanında yüzünüzü güldürecek öğelerin bulunası önemli...Hem heyecanlandım hem güldüm.Yeterli! Birisi yorum yazmış, demiş ki' Hiç gerçekçi değil'  Senin görevin güzel kardeşim,eğer kabul edersen, o platformları terk etmek...Puffff :)))) Hahahahaaa

                    Bmw ve Tissot saat en iyi reklamlardı:))) İkisinede bayılırım.İnşallah o parçalanan BMW gerçek değildir:)))Kaç yetimin hakkı var o arabada:)) Birde Eminem'in klibinde parçalanan Ferrari'ye çok üzülmüştüm...Bakınız...


Eminem tarzını çok sevmem ama birkaç şarkı ve klibi hoşuma gider.Bu da onlardan biri...

Neyse genel bir film bilgisini copy paste yapalım ve yazımıza devam edelim...

Ethan Hunt ve ekibi; bu zamana kadar karşılaştıkları en büyük düşmana karşı mücadeleye girmeye hazırlanıyor. IMF’i ortadan kaldırmayı hedefleyen uluslararası bir dolandırıcılık örgütü olan Sendika’nın tehlikeli faaliyetlerinden kurtulmayı hedefleyen ve bu yasadışı örgütün kökünü kazımak için yola çıkan ekip; kısa bir süre sonra bu son derece tehlikeli organizasyonun hedefi haline geliyor. Bu kovalamaca hem Hunt hem de maharetli ekibini; en zor görevlerinden biriyle karşı karşıya getiriyor. 
Tom Cruise'un artık bir aksiyon ikonu haline gelen Ethan Hunt karakterine geri döndüğü, Görevimiz Tehlike serisinin 5. filminin başrolünde ayrıca Rebecca Ferguson, Alec Baldwin, Simon Pegg, Ving Rhames,Paula Patton ve Jeremy Renner gibi isimler yer alıyor. Filmin yönetmen koltuğunda ise; Jack Reacher filminde de Cruise ile birlikte çalışan Christopher McQuarrie oturuyor.

Film başladı tabii uçak sahnesiyle birlikte işte bu dedim, sonrasında da serinin olmazsa olmazı görev alma aşaması ve kendini imha eden mesaj:) Ethan Müzik dükkanına girer ve Jazz türü bakındığını söyler, Güzel kızımızın özellikle bakındığınız biri var mı sorusuna 'Coltrane' 'Monk' özellikle davulda 'Shadow Wilson' demesiyle Plak uzatılır .Neden Gölge denildiğini biliyomusun? diye sorar ve Cevap hemen gelir. O kadar nazikçe davula vuruyormuş ki o sebepten der.ve mesajı dinledikten sonra plak  kendini imha eder. Bayılıyorum bu sahnelere ben yawww:)) Aklıma yıllar evvel aldığım Jazz Tarihi dersi geldi. Evet ya dedim ben bu isimleri hatırlıyorum.Hahahaaa walla yalan söylemenin anlamı yok, çok aram yoktur hani ama kör cahilde değiliz:) Üçlü anfiye dersi almaya gittiğide dans da ederiz sanmıştım.:))Bildiğin sıkı sıkı ders anlattılar ya:) Hele ki New Orleans 'da ki cenaze törenlerini izletme işkencelerine hiçbişey demeyeceğim...Not yükseltelim dedik,notu düşürdük walla. CC alarak ODTU tarihine adımı yazdırmış olabilirim:) O sene, öğrenciler Jazz'ı ciddiye almıyorlar diye sıkıya alacakları tutmuş:) Neyse Jazz'ın güzel isimleriyle zevkli saatlerimizde geçti tabii....



Oh be kulağımız bayram etti,böyle devam edelim dediğimi çok net hatırlıyorum:)

İşte ben böyle maalesef,filmden nerelere geldi.Hadi dönelim ajanlığa:) Bende ajan olmak istiyorum dedim herkes güldü:)) Kimse bilmiyor ki ben gerçekten ajan olmak istiyordum,başvurumu bile yaptım.Dünya kadar evrak topladım.Sülalemin seceresini çıkarttım.Birde başvurmak için Ulus'taki postanenin alt katında bulunan kutulardan birine gizlice evraklarımı bıraktım:))) 1 ay sonra cevap geldi' Mezuniyet Branşınızda kurumumuzda ihtiyaç yoktur' Siz kaybettiniz kardeşim:))) Allah'ımmm ne derin bir yaradır benim için...Neyse ya,bak üzüldüm gene şimdi....Halbuki, genele bakıp birçok şeyi tahmin edebilmek gibi bir yeteneğim vardı. Hani bunu okurda pişman olursanız hala geç kalmış sayılmazsınız:)

Geçenlerde biz gene ev bakıyoruz,her sene olduğu gibi daha geniş bir ev alma hayaliyle....Neyse işte eşim bir ilan gösterdi şöyle bir baktım ve bu ev sıkıntılı,kadın kocasından ayrılıyor bu evi almak zor olur dedim. Eşimden hemen yanıt geldi'Nerden çıkartıyorsun böyle şeyleri?Kadını görmedin bile ' ..dedi. Amann iyi arayalım bakalım dedim ve uzatmadım.Aradık,kadın müsait olmadığını söyledi,başka bir tarihe gün verdi.Ertesi gün bir emlakçıyla konuştuk ve o evi sorduk. Adam aynen şunu söyledi' O bayan eşinden ayrılıyor, kocasıyla fiyat konusunda anlaşamıyorlar,Onlar o evi kolay kolay satamazlar' eşim döndü bana 'Tanıyodun değil mi? Diye sordu...Yeminler ettim tanımadığıma dair. Nasıl anladın ya diye ısrar edince açıkladım:

Odalara bakınca çocuklarının büyük olduğu anlaşılıyor, kadının evini döşeme tarzından çok cesur bir kadın olmadığı belli, madem öyle yaşı olan , bişeylerle çok uğraşmayı sevmeyen biri ilan versin.Eşinin vermesi gerekirdi.Ayrıca kadıncağız bütün iletişim adreslerini ve telefon numaralarını yazmış. Her şekilde bulunmak ve ulaşılmak istiyor.Demek ki canına tak etmiş.Biraz da tesadüf oldu ama :))) gene de,

Kıssadan hisse...

Sevgiler......

İyi Seyirler....









                             
                 

6 Ağustos 2015 Perşembe

Gone Girl (Kayıp Kız) 'dan yol çıkarak Nazım ve aşkı Galina...:))



               Gillian Flynn'nin romanından uyarlanan David Fincher'ın yönettiği tartışmalı film:)))
Ben AffleckRosamund PikeNeil Patrick Harris'in rol aldığı sürükleyici film...

               Şimdi ben yorumları okuyunca çok gülüyorum gerçekten.Yazar kendince bir kurgu yapmış ve bir roman yazmış.Yaw yazar bilimsel bir çalışma mı yayınlamış ki psikoanalizin yanlış taraflarına kadar derinlemesine yazı yazıyosunuz.:))) Diyor ve ben başlıyorum:))) 



              SPOİLER İÇEREBİLİR

            Mükemmelmiş gibi yetiştirilen bir kadının, hakimiyetini sağlayamadığı durumlarda büyük yalanlarla ve iftiralarla olayları kendi lehine çevirmesi, kocasının bunları fark ettiğinde, kendinden soğuyarak aldatması ve bunu öğrenmesi üzerine kurduğu mükemmel planlar:))) Erkek takipçiler kızabilir ama plan mükemmel...Canilik diz boyu o ayrı:)) Ağzım açık kaldı evet:)))  Kanımı dondurdu ve hatta tiksinti bile duydum...Ama heyecanla izledim...Başta söyledim ben kurguyu ,bunu da antiparantez belirteyim:)) Çok korku,polisiye,gerilim kitabı okudum zamanında...Kestirebiliyorum... Roman yazmak kolay bir iş değildir. Okuyanı gerçekten inandırmanız lazım.Bunun için de romanın geçtiği yerlere gidip o atmosferi yaşamalı, hele ki polisiye romansa ,hem polislerle hemde suçlularla konuşmalısınız.  Detayları iyi yönetmelisiniz. Ben bu kitabı okumadım ancak filmde, cinayet olayında, detaylar kaçmış.O kısımda biraz daha inandırıcılık olmalıydı.Kestirip atılmış.Ben filmin gidişatını bozmamak için devamını kendim yazdım kafamda.:)Ayyy temel sorun kıskançlık ve hakimiyet duygusu ki çok fena bişey...Söyleyecek söz bulamıyorum bu anlamda...Dostlukları,arkadaşlıkları,aşkları bitiren tek şey ....Keşke hiç böyle bir duygu olmasaydı:))Hayır yani kendimden biliyorum:)) Birgün hiç unutmuyorum , en sevdiğim arkadaşlaımdan birini aradım ve bana 'Evli ve çocuklu kişilerle konuşmamaya karar verdim,kıskanıyorum' dedi...Ben şokk!!! Haklııı... Kıskanıyosa ve baş edemiyorsa uzaklaşmak istemesi çok normal.Takdir ettim...Birkaç yıl sonra evlendi ve şimdi 2 tane çocuğu var...Hala konuşmuyoruz:)) Acaba gerçek nedeni bu değil miydi?:)) Beni bütünüyle mi kıskanmıştı:)) Yaaa anlamıyorum bazen ya, çok komik şeyleri kıskanıyorlar ya...Dayanamıyorum...Zenginin malı züürtün çenesini yorarmış hesabı kadınlar diğer kadınların kocalarının paralarını,aldığı çantayı,ayakkabıyı vesaire... kıskanıyor...Çok şükür hayatımın hiçbir döneminde maddeyi kıskanmadım...Belki de o duyguyu bende yaratacak arkadaşlar edinmedim...Büyük konuşmayayım ,amannn!!! başıma gelmesin kınadığım şeyler:) İnsanoğlunu anlamak zor:)) Geçenlerde bir arkadaşım facebook'a aynen şöyle yazmış:


         "Seni nasıl seviyorum, Piraye. Hayatımın en büyük nimetisin. Bazen ya Piraye olmasaydı diye düşünüyorum ve tüylerim diken diken oluyor." der ve cezaevinde zamparalık nası bişiyse araya dayısının kızı Münevver aşkı girer. Sonra Lena, Galina, Vera ve adını sayamadıklarımız...Bi Galina'ya aşk şiiri yazmamış Nazım...Sanırım Nazımın hayatına girdiği kadınlardan en zekisi Galina'ydı. Çünkü "sana aşığım" martavalını bi ona atamamış
😉Sevenleri bozulacak ama ben sevmem Nazım Hikmet'i.

           Yıllar evvel alıp okuduğum kitabı çıkarttım hemen...Tam net hatırlamıyorum çünkü olay neydi...Galina, Nazım'ın  metresi,yardımcısı ve sağlık danışmanıymış.Birbirlerini çok sevdiklerini söylüyor Galina. Nazım'da daha sonra 4 kez hayatını kurtardığını söyler Galina'nın... Bir tek ona şiir yazmadığı doğrudur. Galina şöyle der ilerleyen zamanlarda 'Vera ile çalışmaya başladılar. O zaman da onların aşkı başladı. Bir bunalım döneminden geçen Nazım'ın ,genç ve göz alıcı bir kadınla birlikte olarak kendini kanıtlamak istediği belliydi.Eğer benimle kalsaydı 20 yıl daha yaşardı.Bunu garanti ediyorum; oyun ve diğer türlerde yazabilirdi, ama şiir yazamazdı. Çünkü Nazım'ın dediği gibi, Nazım şiiri yüreğinin kanıyla yazardı.Ben bu trajediyi yaşamakla üzüldüm, ama yeniden şiir yazmaya başladığı için sevindim'


          Yani kadınca bir duyguyla Nazım'ı sevmemen normal arkadaşım...Kıskançlık,üzüntü ve nefret uyandıracak bir durum olabilir...Kitabı yazan bile Nazım için şöyle demiş ' Eğer   psikanaliz Sovyetler Birliğinde yasaklanmış olmasaydı, Nazım freudcular için ilginç bir vaka olurdu' :)))) Normal insan böyle şiir yazamaz şekercim...:))) Geçen haftalarda bir radyo programında Erol Evgin,Çiğdem Talu ve Melih Kibar konuşuluyordu. Çok fazla dinleyemedim,devamında söyleyeceğim şeyden bahsettiler mi bilmiyorum ama bende birkaç yıl önce bir Erol Evgin röportajında şunu okumuştum:

         Erol Evgin, Sezen Aksu'ya: Gene muhteşem bir şarkı yapmışsın.Nasıl yapıyorsun,hayranım sana....  der
          Sezen Aksu'dan cevap hemen gelir : Kırk yıldır aynı kadınla evlisin,ne yazmayı bekliyorsun:))))

         Buradan kimse kendine pay çıkartmasın. Konuyu hemen bağlayacağım.Ben sıkı bir radyo dinleyicisi olarak bir ara da Nevzat Tarhan'ı dinlerdim radyoda...Sezen aksu ve Kayahan gibi kişilerin Melankoli hastası olduğunu ve biz onları tedavi edersek hiçbirşey yazamazlar dediğini hatırlıyorum:))) Walla artık onlar mı normal, biz mi? Yoksa bazen bizde melankoli ve depresif durumlar içine mi giriyoruz bilemiyorum ama kısaca hayat bu işte diyoruz:)))

                                                                                                   Kendinize dikkat edin
                                                                                                             Sevgiler....   
           
       Filmden bir şarkı gelsin ki, ben pek severim...

                 

5 Ağustos 2015 Çarşamba

Ey Muhteşem Güzellik,Marmaris ve Pamukkale...







         Yolun uzak olması sebebiyle, hem dinlenmek hemde Pamukkale'yi ziyaret etmek amacıyla orada bulunan bir otelde konaklamaya karar verdik.Trip Advisor'dan bakarak bir seçim yaptık ve White Heaven'ı tercih ettik. Yani bir gün için süper lüks bir yerde kalma düşüncemiz yoktu. Duyduğumuza göre yeni yapılmış bir otelmiş.Temiz ve düzenli bir oteldi. Çalışanları güler yüzlü ,hoş insanlardı. Neyse müze kartımızı aldık ve Pamukkale merdivenlerini tırmanmaya başladık.Bende bu arada yüz maskesi yapmayı unutmadım:)) Duru'nun hali çok komikti.Ben haftada 2 kere kahve maskesi bir kere de maya maskesi yaparım.Eğer beni öyle görürse hemen yıkatır yüzümü.Orada baktı herkes öyle, bi şaşırdı ve ne diyeceğini bilemedi. Son olarak kesin kararını verdi ve'Anne uzun süre kalmayacak değil mi? aşağıya inince yıka tamam mı?' diyerek huzursuzluğunu belli etti.Gelsin bakalım Pamukkale fotograflarımızdan bazıları...
Bu Roma'lılar işi biliyormuş canım.En güzel yerlere yerleşmişler. Lisedeyken Fransızca dersinden sıkıldığımızda ,mitoloji meraklısı Aykut Hocamız bize İlyada'dan bölümler okur ve anlatırdı. Çok yabancı değilim mevzulara hatta mitoloji sözlüğüm bile var ama çok garip isimler var yaw hu...Öyle roman okur gibi okunmuyor.Hep başlarım ve bitiremem...Ama genede az da olsa bilgi sahibiyim. Güzel hikayeleri ara ara paylaşırım.
Bütün çektiklerimi paylaşmıyorum...Zamanla eklemeler yaparım.Göz aşinalığı yaratmasın.Bunlar cep telefonundan anlaşılacağı üzere:)

Biraz daha serin olsaydı,,manzaranın tadı daha iyi çıkacaktı gerçekten...

Balona binmek istedim ve konuşmaya gittik.Biz çozuklardan da tam ücret alıyoruz size 500 olur dedi.Hımm dedim iyiymiş,pazarlıkla 400 yaparız:)) Sonra detayları konuşurken euro lafı geçti.Benim gözler açıldı tabii...Neee dedim sesli olarak.Kızcağız güldü ve 'Burada THK'nun balonları var ve ücretlerde çok oynama yapamıyoruz.Güvenlik açısından az kişi alıyouz ve her zaman havalanmıyoruz.Bence siz Kapadokya'da binin.Ücretler daha uygun.Pazarlıkta yaparsınız' Haaa iyi zaten gidesin var ama bu seferde balonun düşme riski fazla:)) Ayy Allah korusun ama ben bineceğim..NET:)))



Yemek işi gezilerde biraz sıkıntı olabiliyor.Yoruluyorsunuz ve güzel,keyifli yemek yemek istiyorsunuz. Biz öğlen uğradığımız KAYAŞ RESTORANI'NA akşam da gittik. Yaw ben oldum olası Denizli insanını çok sevmişimdir.Tanıdığım bütün Denizli'li arkadaşlarımı çok severim.Nitekim bu güzel mekanın sahibiyle konuşurken de aynı şeyi hissettim. Bu sebeple sizlerle bu güzel,şirin ve lezzetli mekanı paylaşmak istedim.

               Sabah erkenden kalktık ve Marmaris yollarına koyulduk... İşte en keyifli yolculuk bu kısım oluyor...Dinlenmişsin ve arabada mis gibi şarkılar,etraf yeşil ve mavi...Üffff enfes:) Gideceğimiz butik oteli de internetten bakarak ayarladık tabii..Ayarladık derken bana sürpriz oldu açıkçası.Bir mesaj geldi ve buraya gidiyoruz yerimiz ayrıldı şeklinde oldu:) Aman gezelim de yeter ki:)) Neyse işte harika döşenmiş,yeşilliklerin arasında PETUNYA BUTİK OTELİ'ne vardık...Bayıldımmmm....Yani çok önemli değilmiş gibi görünse de,kaldığınız yer güven ve huzur vermeli.Balkonuna oturup hiç oradan ayrılmak istemedim.Bir balkon manzarası gelsin o vakit:)




Kendilerinin yaptığı sabunlar ve insanın cildini yumuşacık yapan losyonlar...Hımmm tam benlik:)
Birkaç otel fotografı gelsin,gerisine gitmek isterseniz sayfasından bakarsınız:)

Kaç yıl oldu hatırlamıyorum ama baya eski bir Kindle'ım var... Bir heves alınıp,kullanılmadan duruyordu.Tatile çıkmadan önce e-book satın alarak Kindle'ın hakkını verdik.Özellikle Aslı için iyi oldu.Sevdiği kitap olunca 3 günde bitiyor.Ben ona kitap yetiştiremiyorum.

Fazlaca kitap vardı ve çoğu İngilizceydi.E yani İngiliz sayısı oldukça fazla.Neyse bişey demiyorum bu konuda:)

En sevdiğim köşe burasıydı....Kahve içmenin keyfi ayrı bir güzedi:)

Güzel ve şirin dekore edilmişti.

Pek bir severim,takipçilerim bilir:)

Oda süslemelerinide yabana atmayalım...

Oda da böyle şirin bir telefon olması çok hoşuma gitti...

Okumak isteyene,her çeşit...

Yanımda kendi şampuanımı hep götürürüm ama bizim denilince denedim ve hoşuma gitti...Tavsiye edilir...



                   
       Herşey iyiydi de ,şunu söylemeden edemeyeceğim. İnternette ki yorumlarında güler yüzlü sahiplerinden bahsedilmiş.Bende , bizi sevimli bir aile karşılıyacak zannettim ama Stephen King'in romanından uyarlanan Identity filminden çıkmış gibi olan bir resepsiyon görevlisi, aşırı iyi davranan numaracı barmen ve sürekli eliyle yüzünü ovuşturan motel sahibi bende enteresan fikirler uyandırdı. Detaylara girmeyeceğim yani fikirlerimi söylemeyeceğim .hizmetten memnundum ve otel iyiydi.Belli ki bazı sıkıntılar vardı.Affedilebilir ve düzelir.

      Ben şezlonga para vermediğim için 40 lira vermek dokundu yeminle:) O yüzden pahalı geldi.Heryer öyleymiş. Ben ne bilim, hep otele gittim şimdiye kadar...Garip geldi ilk başta,Alışamadım:))Neyse bakalım  gelsin birkaç İçmeler fotosu....








      Ertesi akşam Turunç'a gittik.Saat itibariyle gün batmakta ve ben istediğim görüntüleri elde edememiş bir hüzün içerisindeydim:) Yok arkadaş, güneş dağların arkasında...Önce bir sinir oldum ama o muazzam güzellikle beraber hepsi geçti. Bakalım bilgisayarda hangi fotolar var...Çoğu diskte hala...Bu arada balık,kalamar ve ayran:))) Enfes....






Evet, asıl blog mevzusunun geçtiği yerden bahsedelim.Sevimli bir ailenin işlettiği Sıdık's Restoran... Biz çok sevdik orayı, güzel ,tatlı ve sevimli kızlarıyla birlikte işletilen bu enfes restorana kesinlikle gitmenizi tavsiye ederim. Eğer gidecekeniz de kuzu kol yemeden dönmeyin.:))



Bir sonraki gün Selimiye'ye gitmeyi tercih ettik. Evet istediğim gün batımı o yollarda yakalandı:))Buyurun; söze gerek yok,en bi favori yerim burası olmuştur...Burada da çok hoş bir restoranda yemek yedik.İsmi de çok hoşdu ancak neydi hatırlayamıyorum..Üzüldüm bak şimdi..Neyse işte yatların önünde yemek yerken,Amerika bayrağı dikkatimi çekti. Ohh walla kocaman yatla 3 aile gelmiş,benim insanım gezemiyo,göremiyo elin gavuru buraların sefasını sürüyo...Ben çok kızarım böyle, pek sevmem, birazdan fazlaca milliyetçilikte var hani:))
Bayaca inceledim kendilerini,detaylar başka bir başlıkla ilerde gelecektir:)

Yolumuzun üstünde bu ağaca rastladık.Aslında yolumuzu kaybedip birisine sorduğumuzda,bir ağacın karşımıza çıkacağını,mutlaka görmemiz gerektiğini söylediği için durduk.Yoksa fark etmezdik.Nasip işte:)








Bu arada asıl enfes yerden bahsetmeyi unuttum...Sedir Adası....Ufff gene unuttum yaw bir yerden bindik ama ....:)) Bu yazı çok uzadı benim kafam karıştı.:))) Sonradan düzeltirim:) Özetle fotografları bir yerleştireyim.Ayrıntılar eklenir...






Birde Gökova tarafını görelim dedik...Gördük yani işte...İşte derken Turunç,Selimiye ve Sedir Adasından sonra iyiymiş demekle kaldım açıkçası:))Birkaç kare de oradan gelsin...



Evet gelelim dönüş yolumuza...Tabii ki İztuzu Plajı...Efendim oraya sabah 11'den önce gitmek gerekmiş.Neden mi? Aşırı rüzgar var ve resmen kum yutuyorsunuz. Kaplumbağa falan görmeden döndük ya,ona yanarım:)Doğal güzelliği olan bir yer...Gördük yeter...bir daha görmesem de olur:) Yol üstünde ki gözlemeci de mola vermek gerek ama...Buradan duyurulur...




Ve Fethiye'ye gitme zamanı geldi.Orada da bir yer ayarladık ama öyle bir yer ki,gece 3'de yola çıktık.Uyuyamadık ve gerçekten kötüydü...Ama o gün güzeldi..Ölüdeniz ve Kelebekler Vadisi...Denize girdikten sonra,gün batımını kaçırmamak için başladık dağları tırmanmaya.Az kalsın uçurumdan yuvarlanacaktım.Zati yükseklik korkum var:) O manzarayı yakalayabilmek için ne çaba...
Makinayı eşime verdim ve ayarlarını yaptıktan sonra en uca git ve bas dedim:)) Aslında vadi fotografı ona ait:) Güzel bir yerde yenilen akşam yemeği ve hintli bir aileyle olan diyaloğumuz başka yayınlara kalsın...En favori fotograflarımdan birkaçıyla hoşçakalın....Sevgiler....







Dinlediğimiz bazı şarkılar da anı niteliğinde kalsın...:)